Ülkemizde ve dünyada organ bağışına olan ihtiyaç malumdur. Ancak birçok sebepten dolayı, bu ihtiyaç yeterince karşılanamamaktadır. İlgililer tarafından bunun birçok sebebi olduğu dile getirilmekte, bu sebeplerden birisinin de dinî endişe ve tereddütler olduğu belirtilmektedir.
Organ bağışının dinî açıdan değerlendirmesine yardımcı olacak bazı Kur’anî ilkeleri hatırlamakta fayda mülahaza etmekteyiz. Bunlardan birisi; insanın sadece kendisini düşünen ve kendisinden mesul bir varlık olmayıp, toplumun bir üyesi olarak ona karşı görevlerinin olduğu, hatta mümkünse başkasını kendisine tercih etmesi (îsâr) gerektiğidir.
İkincisi ise; zaruret prensibidir ki bu prensibe göre normal şartlarda haram kılınmış olan bir şey, zaruret halinde meşru ve mübah kılınır. (Bkz. Kur’an, Bakara, 2/173; Maide, 5/3) Bu konuda zikredilebilecek daha başka ilkeler olmakla birlikte, bu iki ilkeyi göz önünde bulundurmak, konuyu anlamada yeterli olacaktır kanaatindeyiz.
Bu hususları hatırlattıktan sonra, organ bağışının dinî açıdan değerlendirilmesi meselesine kısaca değinebiliriz:
Kur’an’ın indirildiği dönemde organ nakli, organ bağışı diye bir durum söz konusu olmadığı için, Kur’an’da bu meseleyle ilgili doğrudan bir hüküm ve değerlendirmenin olmayacağı tabiidir. Erken dönem din bilginleri de kendi devirlerinde böyle bir mesele söz konusu olmadığı için, bu konuda doğal olarak bir görüş beyan etmemişlerdir. Ancak, Kur’an’dan ve Hz. Peygamberin uygulamalarından çıkarılmış umumî hüküm ve kaideler ışığında her devirde karşılaşılan yeni meselelere İslâm bilginleri “mukayese” yoluyla çözüm üretmiş ve güncel hiçbir mesele cevapsız bırakılmamıştır. Organ bağışında da aynı yola başvurmak uygun olacaktır. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilgili birimi; 16/04/1952, 19/01/1968 ve en son 03/03/1980 tarihlerinde yukarıda bahsettiğimiz mülahazalarla organ bağışının cevazına zemin teşkil eden fetvalar vermiştir. Ayrıca, çeşitli İslam ülkelerinin ilgili kişi ve kurumlarınca da benzer kararlar alınmış, fetvalar verilmiş ve nihayet İslam konferansı teşkilatına bağlı İslam Fıkıh Akademisi de 11 Şubat 1988 tarihinde bu yönde karar almıştır. Ancak bu konuda olumlu yönde bazı fetvalar verilse de, İslam bilginlerinin genelde çekimser davrandığını da ifade etmeliyiz. Bunun sebebi de kanaatimizce organ bağışının; yukarıda belirttiğimiz üzere, insanın saygınlığına halel getirecek birtakım uygulamalara vesile kılınması endişesidir. Bu endişeye belli ölçüde hak vermekle birlikte organ vericisine gösterilen özenin aynı şekilde alıcıya da gösterilmesi gerektiğini unutmamak gerekir. Zira, kendisine organ bağışlanan da bir insandır. Üstelik bağışlanacak organ, vericiden daha çok alıcıya yarar sağlayacaktır. Şunu ifade edelim ki; diriye saygı, ölüye saygıdan önce gelir ve hayat, ölümden kutsaldır.
Din bilginlerini tereddüte sevkeden bir başka husus da; organ bağışında bazı suiistimallerin, iletişim araçları tarafından biraz da abartılarak halka duyurulmasıdır. O bakımdan herkesin sorumluluğunu bilmesi gerekmektedir. Kaldı ki kötü niyetli bazı kişi ve uygulamalar, iyi niyetli ve faydalı hiçbir şeye engel teşkil etmemelidir. Şunu bilmek lazımdır ki, dinin bütün hükümleri, tavsiyeleri iyi niyetli insanları esas almaktadır; kötü niyetli kişi ve kurumların yaptıkları kötülükleri dikkate alarak yapılması gerekenleri yapmamak da bir kötülüktür. Suistimallerin önlenmesi için tabiplerin ve tıbbi kurumların azami dikkat göstermeleri, din bilginlerinin fetvasından daha önemli ve daha etkilidir. Bilinmelidir ki tıp etiği ile dinin görüşü örtüşmektedir .
Son olarak şunu ifade edelim ki; maddi varlıklarını ihtiyaç sahiplerine bağışlayan kimseler ne kadar çok sevap alıyorlarsa, verdiği organla başkasına adeta bir hayat bahşedenler, kat be kat fazla sevap alırlar inancındayız.
Prof. Dr. Hasan ELİK
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi